Ana içeriğe atla

Kalemden Evliliğe: Diplomasiye Kısa Bir Yolculuk

İnsanları diğer canlılardan ayıran en büyük ve en yüce özellik şüphesiz akıldır. Aklımızı kullanarak iyi ve kötüyü ayırt eder. Kendi irademizle kötüyü veya iyiyi seçeriz. Eğer tek başınıza bir dağda yaşıyorsanız seçimleriniz büyük olasılıkla diğer insanları en azından doğrudan etkilemeyecektir. Ancak bir grubun, toplumun üyesi olduğunuzda seçimlerinizin bir karşılığı olacak ve diğer insanların, grupların bundan olumlu, olumsuz veya nötr anlamda etkilenmeleri mümkün hale gelecektir. Bu doğrultuda insanlık, grup bilincinin bir ürünü olarak Aristoteles’in de belirttiği gibi “zoon politikon”dur. Yani sosyal bir hayvandır/canlıdır.

Sosyal bir canlı olarak insanlığın göçebe hayat tarzından yerleşik hayat tarzına geçmesiyle birlikte devletler kurduğunu görüyoruz. Can ve mal güvenliğinin tesisi, ortak ihtiyaçların karşılanması gibi temel durumlar devletleşmenin ilk sebeplerindendir. Dünyada birçok toplumun var olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, gelişmişliklerine göre zaman içinde birçok devletin kurulduğunu biliyoruz. İşte diplomasi kavramı eylemsel olarak burada medeniyetimize dahil olmuştur. Habil ile Kabil’den beri süregelen insanların birbirleriyle olan tartışması, devletler düzeyine çıktığında çözüm için bizi diğer canlılardan ayıran en büyük ve en yüce farkımız, aklımız kullanılarak diyalog vb. kanallara başvurulmuştur. Tarihteki ilk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması bu diyaloğun bir ürünüdür, aynı zamanda ilk yazılı diplomatik belgedir.

Antlaşma, Hitit İmparatorluğu ile doğu Akdeniz toprakları üzerinde egemenlik sağlamak için iki yüzyıldan fazla bir süre boyunca savaşmış olan Antik Mısırlılar arasındaki uzun bir savaşı sona erdirmek için imzalanmıştır. Çatışma, MÖ 1274'teki Mısır'ın Orontes Nehri üzerindeki Kadeş şehrine (günümüzde Suriye'de) yaptığı saldırının Hititler tarafından durdurulmasıyla doruğa ulaşmıştır. Kadeş Savaşı, her iki tarafın da ağır kayıplar vermesiyle sonuçlanmış, ancak ne savaşta ne de savaşın tamamında kesin bir zafer elde edilememiştir. Çatışma, antlaşma imzalanmadan önce yaklaşık on beş yıl boyunca sonuçsuz bir şekilde devam etmiştir. "Kadeş Antlaşması" olarak adlandırılmasına rağmen, aslında savaşın uzun zaman sonrasında imzalanmış olup, metinde Kadeş'ten bahsedilmemektedir. Antlaşmanın, iki hükümdarın hiç yüz yüze gelmeden aracılar vasıtasıyla müzakere edildiği düşünülmektedir. Her iki tarafın da barış yapma konusunda ortak çıkarları vardı; Mısır, Deniz Kavimlerinden gelen büyüyen bir tehditle karşı karşıyayken, Hititler doğuda Asur'un yükselen gücünden endişe duyuyordu. Antlaşma, II. Ramses'in hükümdarlığının 21. yılında (MÖ 1258) onaylanmış ve Hitit İmparatorluğu'nun seksen yıl sonra çöküşüne kadar yürürlükte kalmıştır. (Burney 2004, s. 233.)

Diplomasinin serüveni medeniyetimizin gelişim hızına bağlı olarak zaman içinde devam etmiştir. Kadeş’te olduğu gibi ilk etapta bölge hakimiyeti kavgasını bitirmek için antlaşmalar; Osmanlı İmparatorluğu’nda ise diğer devletlerle ilişkiler için evlilikler gibi çeşitli araçlarla diplomasiye başvurulmuştur. Evliliği kayda değer bir araç olduğu için örnek olarak kullanıyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nda evlilik dışında, antlaşmalar, elçilikler vb. birçok araç kullanılmıştır. Hatta “elçiye zeval olmaz” diye bir atasözümüzün olduğunu hatırlatmadan geçemeyeceğim.

14. ve 15. yüzyıl başlarında Osmanlı hükümdarları ve oğullarının evlilikleri, komşu hanedanların yani Rumeli’nin Hıristiyan ve Anadolu’nun Müslüman güçlerinin prensesleri ve sultanlarıyla yapılırdı. Hanedanlar arası evlilikler taktik amaçlıydı; cıva gibi kaygan saflaşmalar ortamında, devletin askeri ve diplomatik konumunu güçlendirmeye elverişli ittifakları sürdürmek. Osmanlı evliliklerinin çoğu, ya bir saldırı ittifakı görüşmelerinin bir parçası olarak ya da daha sık görüldüğü şekliyle yenilen tarafın boyun eğişi ve vasallık statüsünü kabul edişinin simgesi olarak düzenleniyordu. Osmanlılar evlilik ittifaklarını, iktidar için yarıştıkları yerel Rumeli-Anadolu devletleriyle sınırlamışlardı; bunlar, bir sonraki dönemeçte müttefik de olabilecek, potansiyel düşmanlardı. (Leslie P. Peirce, Harem-i Hümayun Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, (Çev. Ayşe Berktay), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996, s. 35.)

İmparatorluğun yükseliş döneminden, İstanbul’un fethinden sonra bizzat dış ilişkilerden sorumlu reîsü'l-küttâblık oluşturuldu. İlk etapta nişancıların emrinde çalıştı reîsü'l-küttâblar. Daha sonra ayrı bir öneme büründüler, nişancılar diğer işlerle ilgilendiler. 1836 yılında ise reîsü'l-küttâblığın yerine hariciye nazırlığı kurularak daha kurumsal bir yapıya sahip oldu dış ilişkiler.

Günümüzde ise, 21. asırda artık diplomatik ilişkilerin evlilik yoluyla değil, daha kurumsal bir yapı ile kurulduğunu görüyoruz. Yine Türkiye özelinden örnek vermek gerekirse; Dışişleri Bakanlığı, Millî İstihbarat Teşkilâtı, elçilikler, konsolosluklar gibi kurumlar kurulmuş; devletler birbirlerinde bu kurumların tabiri caizse şubelerini açmıştır. Özellikle de hukukun gelişmesiyle birlikte uluslararası hukuk kavramı ortaya çıkmış, devletler bu kurallara uymak mecburiyetinde kalmıştır. İki ülke arasında çıkan bir tatsızlıkta direkt silaha başvurmak yerine önce siyasi, ekonomik yaptırımlara başvurmakta diplomasinin bir ürünüdür. Bir ülkenin başka bir ülkede okulunun olması yine bir diplomatik ilişkidir, misyoner okulları en büyük örnektir buna. Diplomasi günümüzde birçok dala ayrılmıştır. Başlıca; kültür, din, sağlık, çek defteri, göç diplomasileri örnek verilebilir. Bunlar aynı zamanda yumuşak güç kavramının da bir tezahürüdür. Biraz evvel ifade ettiğim gibi devletler bazen sert güce başvurmadan önce yumuşak güç ile istediklerini almaya çalışır, nitekim günümüzde bunu daha çok görüyoruz.

İnsan sosyal bir varlıktır ve bunun sonucu olarak çevresindekilerle her daim dolaylı veya dolaysız ilişki içerisindedir. İşte bu ilişki devletler düzeyinde olduğunda diplomasi ortaya çıkar. Taş ve sopalarla tartıştığımız ilk insanlığımızdan, tartışmalarımızı çözmek için diplomasinin çeşitli araçlarına başvurmaya değin geçen süreç medeniyetimizin gelişmesiyle bağlantılıdır.

Diplomasi aklımızın bir ürünüdür, tartışmaları çözmek için kullanılır ancak aynı akıl o tartışmayı da başlatandır.

Yorumlar

Daha Fazlası

Ortadaki Doğu: Filistin

Ortadaki Doğu yazı serimin ilk bölümü olan bu yazıları kağıda dökerken; bir yandan da bölgede tam bir ay önce başlayan, yeni ve belki de son olmayacak çatışmaları televizyon ekranlarından takip ediyorum. Füze ıslıklarının kuş seslerini bastırdığı; Tank namlusuna karşı sapan tutan kadınların, çocukların, bahtsız toprakların ülkesi: Filistin. Filistin Kelimesi Filistin kelimesi, ilk olarak Romalılar tarafından kullanılıyordu ve bu geleneği İngilizler sürdürecekti. Filistin kelimesinin kökeni Yunanca "Filistinlerin yurdu" anlamına gelen "Philistia" sözcüğünden gelir. Antik Filistinliler, MÖ 12. yüzyılda güney sahilinde, Tel Aviv-Yafa ve Gazze arasındaki küçük bir bölgeyi ele geçirmiş ve bu bölgeye Antik Yunan yazarlar tarafından ilk kez "Philistia" ismi verilmiştir. Filistin adı, 2. yüzyılda Romalılar tarafından Suriye Eyaleti'nin güneyini tanımlamak amacıyla "Suriye Filistin'i" şeklinde kullanılmaya devam etmiştir. Filistin adı daha sonr...

Authoritarianism on The Stage of World Political History

Authoritarian regimes are generally oppressive, authoritarian and authority-centred governments. In these regimes, usually one person or a group holds control over the political, social and economic spheres of society. The origins of authoritarian regimes extend to different periods and geographies throughout history. Authoritarianism: With its definition, history and representatives, it has an important place in the political literature. Authoritarian regimes are systems of government that are unwelcome, oppressive, and generally held by a single leader or small group of political power. This leader or group usually tries to control the society by using rigid and authoritarian methods. In authoritarian regimes, civil liberties may be limited, opposition power is weak, freedom of expression may be restricted, oppositional views may be suppressed, and elections may be rigged or manipulated.     Authoritarian regimes first begin on the stage of history with the Roman Empire an...

Kısastaki Hayat; İdam

  Geçtiğimiz günlerde ancak hayvandan daha aşağı birinin yapabileceği bir cinayetin daha haberini okuduk. Gece sıralarında İzmir'in Gaziemir ilçesinde gerçekleşen olayda, maskeli ve kapüşonlu bir kişi olan Delil Aysal, evli ve 2 çocuk babası olan Oğuz Erge'nin kullandığı taksiye bindi ve onu vahşice katletti. Bu haber, son zamanlarda kamuoyunu çokça meşgul eden "eşkıyalıkların" nedeninin ve cezaların yetersizliğinin bir kez daha sorgulanarak gündeme gelmesine sebep oldu.  Yaşanan olayda Erge, kimsenin taksiye almadığı Aysal'ı "Hava soğuk, insanları yolda bırakmak olmaz." diyerek almıştı oysa. Bir süre taksiyi çeşitli adreslere dolaştıran Aysal, ineceğini söyleyip cebinden para alıyormuş gibi yaparak yanındaki ruhsatsız tabancayı çıkardı ve sonrası malumumuz.  Bu vahşi olay ilk değil ve görünen o ki eğitim ve adaletteki boşluklardan sebeple son da olmayacak. Bu olaydan aylar önce yaşanan, çoğumuzun kanını donduran İstanbul/Esenyurt'taki tekel bayii va...

Sovyet Sonrası Türk Devletleri̇ndeki̇ Gölgede Kalan Demokrasi̇

 Son yıllarına doğru kan kaybetmeye başlayan Sovyetler Birliği, 1991'in soğuk bir aralık gününde tarihin tozlu sayfalarına gömüldü. Mü acaba? Yoksa hala bir yerlerde Sovyet güdüsü hüküm mü sürüyor? Tam anlamıyla Sovyetler Birliği devam ediyor diyemem fakat Sovyetler Birliği'nin ardında bıraktığı otoriter rejim anlayışı çoğu Türk devletinde devam ediyor.  Her cumhuriyet demokrasi ile yönetilmeyebilir. Çoğunlukla birbirine karıştırılan cumhuriyet ve demokrasi kavramları esasında çok farklı olmamakla birlikte birbirlerinden ayrı şeyleri ifade etmektedir. Devlet başkanının soyuna dayalı olmayan bir yönetim biçimi anlamına geliyor cumhuriyet. Demokrasi ise yönetim biçiminde halkın egemenliğinin esas alınması anlamına geliyor. Kavramları basitçe öğrendiğimize göre vereceğim birkaç örnek yerinde olacaktır. Günümüzde Birleşik Krallık'ın yönetim biçimi monarşidir yani soya dayalı olarak hala krallık/kraliçelik devam etmektedir fakat bunun yanında halkın egemenliği birçok cumhuriyeti...

Erdoğan'ın Irak Ziyareti; Yeni̇ Jeopoli̇ti̇k Gerçekler

Geçtiğimiz günler, Orta Doğu için önemli bir haftaydı. Yaklaşık 12 yıl önce başbakan sıfatıyla gittiği Irak'a; bugün cumhurbaşkanı sıfatıyla gitti Erdoğan. Geçen bir günün bile birçok şeyi değiştirdiği Orta Doğu'da, 12 yıl bölge konjonktürünü epey değiştirdi ve bu da konuşacak birçok konunun olması demekti. Bu sebeple kabinenin yarısı ve kurmaylarından oluşan geniş bir heyetle, Irak'a basın diliyle adeta "çıkarma" yapıldı. Karşılıklı anlaşmalar, talepler dile getirildi. Irak denilince; savaş, istikrarsızlık, terör, kan, petrol geliyor aklıma. Son zamanlarda Türkiye-Irak arasında yoğun bir diplomasi trafiği görüyorduk. Geçtiğimiz günlerde bunun üst düzey bir ziyaretle tamamlanması, yukarıda saydığım akıllara gelen kötü çağrışımların değiştirilmek istendiğini gösteriyor bizlere adeta. Bir önceki 2012 ziyaretinin ardından geçen sürede, yeni jeopolitik gerçeklerin ortaya çıkması bu değişimin başlıca sebeplerinden. Şüphesiz bu sebeplerin başında ise Türkiye'nin ter...